İnsanoğlu öyle bir varlıktır ki, doğumundan ölümüne kadar sorularla yaşar ve sorularla göçer gider. Dolayısıyla insanın zihni, bir soru işaretinden ibarettir aslında.
“Acaba sorularının kaçına cevap bulmuştur?” diye sorsak doğru olur mu?
Hayatı tanıması, merakını gidermesi, hayata uyum sağlaması, uyuması, karnını doyurması…
Sorular ve sorular…
Ülke olarak meraklıyızdır soru sormaya. Birinin cevabını almadan diğerine geçeriz. Bunların bazıları bilgi amaçlıdır, bazıları merak amaçlı… Merak derken, dedikodu amaçlı sorular da vardır ve çoğunluğu da ne yazık ki ikincisi oluşturmaktadır.
Konu ne olursa olsun, her yeni soruda mesele biraz daha genişler; her cevapta ise konu biraz daha daralır. Çünkü cevap bir noktayı kapatır, soru ise yolları açar.
Ama bugün, sorulara verilen cevapların sayısı o kadar kişiye göre değişiklik göstererek çoğaldı ki; gerçeğin nerede, nasıl olduğunu seçmek neredeyse imkânsız hale geldi.
Sorulara sorularla cevap verilince, ortada hep soru gezdiğinden cevaba ulaşmak oldukça zorlaştı. Bir dönem sonra ilk soruyu soran, sorusunu unutmuş oluyor ve ortada öğrenilmek istenilen konu kalmıyor.
Eskilerde öğrenilmek istenen için tek bir kaynak, tek bir söz etrafında toplanılırdı. İnsanlar duymak için bekler, öğrenmek için sabrederdi.
Şimdi öyle mi? Hakikat, milyonlarca sorunun içerisinde kayboluyor. Aynı meseleye dair yüzlerce yorum, binlerce iddia, milyonlarca paylaşım…
Hangisi doğru, hangisi yalan? Hangisini nasıl ayırt edeceğiz, bilen yok.
Üstelik çözümsüzlük kol geziyor.
Sorular, çözümsüzlüğe destek olmak uğruna kol kola girmiş, kırılmaz bir zincir oluşturmuşlar.
Birbiriyle çelişen cevaplar çoğaldıkça, hakikatin kendisi kaybolur. Asıl aranan şey olan doğru bilgi, gürültünün içinde görünmez olur. İşte o an, cevabın bolluğu bir kurtuluş değil, çaresizliktir.
Cevapların çoğalması, bilginin artması gibi görünür.
Oysa çoğu zaman yalnızca kafa karışıklığını büyütür.
Hakikat, kalabalık sözlerin arasında bir fısıltıya dönüşür.
Herkes kendi cevabını “tek doğru” diye savunurken, asıl doğru sessizce geri çekilir, kaybolur gider; öyle ki bulunmamak üzere.
Bugünümüze dönersek, sınavlarımız nedir diye kendimize sorarsak sıralamakla bitmez. Hâlbuki bana göre bugünün en büyük sınavı:
“Seslerin değil, özün peşine düşmek” olmalıdır.
Çünkü hakikat, kalabalığın ortasında bağırarak “Ben buradayım!” diyerek kendini göstermez. Aksine, sakin bir köşede, gürültüden uzak bir yerde durarak zamanını bekler.
Ona yaklaşmak isteyenin önce her türlü fazlalıktan kurtulması, saf hâline dönmesi ve cevapsızlığın sessizliğinde yol alması gerekir.
Kısacası, cevaplar çoğaldığında hakikat kaybolur.
Sorular içinde kaybolan insan, soruların özüne tutunarak bir gün o kaybolan izi bulur.
Yollarınız hep sorularla değil de tek cevaplı yollara çıksın.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.