Sorun şu: Yıllar önce bir gün, tabii oldukça üzgün bir halde,

Laurenziberg yamaçlarında oturuyordum. Yaşamdan dilediklerimi gözden

geçiriyordum. En önemli ya da bana en çekici geleni, bir yaşam görüşü kazanma

dileğiydi (ve -bu tabii ki onun zorunlu bir kısmıydı- yazarak bu hayat

görüşünün doğruluğuna başkalarını ikna etmekti); öyle ki yaşam yine kendi

doğal, keskin iniş çıkışlarını koruyacak ama aynı zamanda aynı açıklıkta bir

hiç, bir rüya, bir boşlukta dolanıp duruş olarak kabul edilecekti. Güzel bir

dilekti belki, ama eğer doğru dürüst dilemiş olsaydım onu. Diyelim ki bin bir

çabayla elde edilmiş üstün bir ustalıkla bir masayı çatmak dileği gibi

olsaydı, ama aynı zamanda hiçbir şey yapmamak, ama öte yandan insanların,

“çekiç sallamak onun için bir hiçti” değil de “çekiç sallamak onun için

gerçekten çekiç sallamaktı, ama aynı zamanda bir hiçti” diyecekleri bir şeydi,

bu vasıtayla çekiç sallayış daha da gözüpek, daha da kararlı, daha da gerçek,

ve ne bileyim, daha da çılgınca bir hale gelirdi. Ama bu şekilde bir dilekte

bulunulamazdı, çünkü dileği dilek değildi, bir savunmaydı sadece, hiçliğe yer

bulunması, bu hiçlik’e, ilk bilinçli adımlarını yeni yeni atmaya başladığı ama

şimdiden kendisinin bir öğresi olduğunu hissettiği bu boşluğa bir canlılık

verme isteğiydi. İşte o an gençliğin aldatıcı dünyasına bir tür elvadaydı;

gerçi gençlik onu hiçbir zaman doğrudan doğruya aldatmamıştı, ama çevresindeki

otoritelerin sözleriyle aldanmasına neden olmuştu. Ve böylece “dileğinin”

zorunluluğu ortaya çıkmıştı.

Yalnız kendi kendisini kanıtlayabiliyor, tek kanıtı kendisi, tüm

düşmanları anında alt ediyor onu, ama onu yalanlayarak değil (o yalanlanamaz!)

kendilerini kanıtlayarak.

İnsanların birlikteliği şuna dayanır: İnsan, kendi varlığının gücüyle

aslında kendi içlerinde yadsınamaz olan başkalarını yadsıyormuş gibi görünür;

bu da o insanlar için tatlı ve rahatlatıcı, ama gerçeklikten, ve dolayısıyla

süreklilikten hep yoksun.

Bir zamanlar anıtsal bir topluluğun bir parçasıydı. Yüksek bir

merkezin çevresinde, inceden inceye düşünülmüş bir düzenle, askerliği,

sanatları, bilimleri ve el sanatlarını temsil eden simgesel figürler

dizilmişti. Bu çok sayıda figürlerden biri de oydu. Şimdi ise topluluk

dağılalı uzun bir süre oldu, en azından o, topluluktan ayrıldı ve kendi

yolunda ilerliyor. Artık uzunca bir süredir eski mesleği bile elinde yok,

hatta bir zamanlar neyi temsil ettiğini bile unutmuştur. Galiba asıl işte bu

unutuş bir çeşit hüzne, güvensizliğe, huzursuzluğa, kaybolup giden

zamanların, şimdiki zamanı bulandıran, bir çeşit özlenmesine yol açıyor. Ama

yine de bu özleyiş, insanın yaşama gücünün önemli bir öğesidir, ya da belki de

o gücün ta kendisidir.

Onur Korkmaz

İZDİHAM

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.