“Mansplaining” kelimesini ilk duyduğumda gerçekten şaşırdım; sebebi, ilk defa duymamdı. İnternetin başına geçip araştırma yaptığımda ise bir kez daha şaşırdım. Sebebini aşağıda okuduğunuzda “Haklısın.” diyeceksiniz; çünkü bu kavram tam olarak Türk erkeğini tanımlıyordu. Zaten “mansplaining” kelimesinin Türkçe karşılığı olarak görülen “erkek egemenliği” ifadesi bile her şeyi anlatmaktadır.
Mansplaining, bir erkeğin bir kadına üstten bakan, bilgisini sorgulayan, gereksiz açıklama yapan bir tavırla bir şeyi anlatmasıdır. Kelime, “man” (erkek) ve “explaining” (açıklama) sözcüklerinin birleşiminden oluşmaktadır.
Evet, tanımı ilk etapta anlamak zor geliyor. Temel mesele açıklama yapmak değil; karşısındakini küçümseyen bir üslupla, kadının o konuda bir şey bilmediğini varsayarak bilgide üstünlük kurma çabasıdır. “Sen anlamazsın, ben anlatayım.” cümlesiyle başlamak ve niyetini belli etmektir. Yani kısa ve öz anlatım: Ukalalık yapmak.
Günlük hayatımızın içinde yaşadığımız, şahit olduğumuz ve uyguladığımız bir tavırdır mansplaining. “Küçük bir şey anlatacağım, sen anlamayabilirsin ama…” diye başlayan o cümle, erkeğin kadına göre üstün olduğunun kanıtı gibidir. Mansplaining tam da burada başlar ve üstünlük, cümlenin içine saklanır.
Arkadaşlar, kadınlı erkekli bir şekilde toplanmış, hoşça vakit geçirmektedir. Toplulukta konuşmalar devam ederken bir kadın bir konuda konuşmaya başlar; anlatmak istediği konu hakkında belki yıllarını vermiştir, belki tecrübesi vardır, belki de sadece fikrini söylemektedir. Masadaki bir erkek ise hemen araya girerek, fikrini aktarmadan önce “Sana aslında şöyle anlatayım…” cümlesiyle söze başlar. Bu cümleyle başlayan sohbette, sohbeti açan da sohbete katılmak isteyen de kendini geri çeker, dinliyormuş gibi yapar; bir süre sonra başka sohbetlere dalarlar. Cümlenin sahibi ise fark eder ki dinlenmemektedir; o da zorunlu olarak diğer sohbetlere dâhil olmak için çaba gösterir. O anda sadece bildikler değil, bir üstünlük savaşı başlar. Kim neyi daha iyi biliyor değil; kim neyi daha az biliyor savaşı…
Mansplaining çoğu zaman kötü niyetten değil; yerleşmiş bir alışkanlıktan, toplumsal bir ezberden, erkek egemenliğinden beslenir. Ve bu yüzden en tehlikelisi de budur. Küçümseme, fark edilmeden yapılır.
Kadın susar, adam konuşur; konuşurken de aslında kadının bilgisini değil, kendi egosunu parlatır. Bu tavır sadece bir kişiyle sınırlı kalmaz; toplantılara, sınıflara, ev sohbetlerine, sokaklara sızar. Kadının sözünü bölen, fikrini hafife alan, bilgisini “fazla” bulan o görünmez dil, her yerde cümleye başlar.
Ama çözüm yine en basit yerde saklıdır: Bir cümleye nokta ve saygı koymak.
“Biliyor musun?” diye sormak,
“Devam etmek ister misin?” diye durmak,
“Bu konuda ne düşünüyorsun?” diye alan açmak…
İnsan, karşısındakini dinlemeyi öğrenmedikçe konuşmak hep bir güç gösterisine dönüşür. Oysa insanlar birbirini ezerek değil; dinleyerek, saygı duyarak büyür. Büyümek, karşındakini bir birey olarak görmekle başlar — yaşı ne olursa olsun.
Belki de mesele açıklamayı bırakmak değil…
Gerektiği kadar konuşmak.
Gerektiği yerde konuşmak.
Gerektiği zamanda konuşmak.
Bazen bir cümle, insanın karşısına kocaman bir duvar örer.
“Bazen insanlarla aynı dilde konuşamadığını fark edince, farklı dilde susmayı tercih edersin.”
“Konuşmak ihtiyaç olabilir; ama susmak bir sanattır.”
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.”





