Bu hafta köşeme sevgili dostum şair / yazar Mustafa Erkenekli'nin güzel bir yazısını almak istedim, iyi okumalar diler, saygılarını sunarım.

...

İhtiyar adam sinirli bir şekilde eve gelmiş ve başlamış birine küfretmeye. Onun kime küfrettiğini anlayan oğlu gayet sakin bir şekilde; “Küfrettiğin adam ile Ali dayımın eşinden dolayı hısımlığımız var baba. Birisi duyarsa ayıp olur” deyince ihtiyar adam aniden susup küfretmeye son vermiş.

Bir başka gün yine bir başkasına sinirlenip küfretmeye başlamış. Babasının küfrettiğini gören oğlu bu kez de; “Küfrettiğin adam Mehmet Emmimin kızının kaynanasının kardeşi. Bu yüzden arada hısımlık var baba. Birisi duyarsa ayıp olur” demiş ve babasını susturmuş.

Devam eden günlerde de yaşlı adamın küfrettiği insanlarla sürekli olarak bir akrabalık veya hısımlık bağı kuran oğlu, babasının küfürlerine mani olmaya başlamış.

İhtiyar adam bir gün yine küfrederken oğlu; “Falancadan dolayı o kişi akrabamız/hısımımız oluyor” deyince ihtiyar adam dayanamamış ve:

“Her sövdüğümü hısım akraba çıkararak bana sövme alanı bırakmadın! Kımıldayacak yer kalmadı. Yeter artık, sövme alanımı daraltma!” diye bağırmış.

/…/…/…/

Tıpkı fıkradaki gibi bir şeyler yazmaya çalışan bizlerin yazma alanı da çevremizdeki insanlar tarafından sürekli olarak daraltılıyor. Her ne yazarsak yazalım, birileri kendilerince çıkarımlar yaparak bizleri yargılama yoluna gidiyor. Bu yazıyı okurken bazılarının “Diğer insanların ne düşündüğü umurumda bile değil” dediğini duyar gibiyim. Aslında bu, bizler için aşılması hiç de kolay olmayan bir durum. Bir toplumun içinde yaşıyor, toplumdan ilham alıyor ve yazdıklarımızı yine toplumla paylaşıyoruz. Bu yüzden “Umurumda değil” diyerek kolayca geçiştirmek çoğu zaman mümkün olmuyor.

Yazarken yaşadığımız dinginlik ve rahatlık, “Mahalle baskısı” dediğimiz şey yüzünden yazdıktan sonra endişe, şüphe ve hatta bazen de korkuya dönüşüyor. Zihnimiz, “Acaba şu dörtlüğü sağcılar/solcular yanlış anlar mı? Acaba şu mısraı dindarlar/ateistler yanlış anlar mı? Acaba şu şiiri Türkler/Kürtler yanlış anlar mı? Acaba şu kısa öyküyü feministler yanlış anlar mı? Acaba şu mektubu okuyanlar gizli bir ilişki yaşadığımı düşünür mü?” veya daha da ötesi; “Acaba bu şiir daha önce yazılmış herhangi bir şiire benzedi mi? Acaba yazdığım mısraların benzeri başka şiirlerde var mı? Acaba yazdığım öykünün kahramanının ismini taşıyan insanlar bana cephe alır mı? Acaba şu makaleyi siyasiler yanlış anlar da başıma bir şey gelir mi?” gibisinden bir yığın sorunun hamallığını yapıyor.

Çoğunluğunu sanatsal anlayış olgunluğunu tamamlayamamış bireylerin oluşturduğu bir toplumda yaşıyoruz. Öküz altında buzağı arar gibi her yazdığımız nesir veya şiirin altında bir şey arayan toplumda, sanatçının özgürlüğünden bahsetmek çok da kolay olmasa gerek. Elbette bu durum; kalem, tuval, çekiç, enstrüman vb. aletleri bırakmamız gerektiği anlamını taşımaz.

Anadolu toprakları gibi Anadolu insanı da mümbittir. Tıpkı bire yedi veren tohum misali duyduğu/söylediğiniz bir kelimeyi yedi kelime olarak size geri verir. Bir nota düşürürsünüz kulağına, size yedi nota olarak geri döner. Bir çizgi çizersiniz tuvaline, yedi renkli gökkuşağı olarak geri alırsınız. Bu toprağın insanları, yukarıda bahsettiğim mahalle baskısından uzaklaşıp zihninden endişe, şüphe veya korkularını atabildiği takdirde daha rahat bir şekilde özgün eserler meydana getirecek, bunun sonunda da yerellikten ulusallığa, ulusallıktan da evrenselliğe geçişi uzun sürmeyecektir.

17.08.2020 - Malatya

Mustafa Erkenekli

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.