(1)

seni çok az düşünmeye and içmeliyim;

düşünmek seni, ölümü mûnisleştirir,

güller açılmağa başlar ardarda.

ama versailles bahçelerinde değil,

hindibalı, ısırganlı yollarda…

seni düşünmek bir konser başlatır o anda,

ama öyle siyah papyonlu bir virtüöz değil,

kunduraları tozlu, bakışları dalgın,

kamburlaşmış kır saçlı bir tanbûri,

yakıcı nağmeler koşturur yüreğimde…

kola değil çay içmektir seni düşünmek,

sen düşünmek erzurum, tebriz, tiflis;

yani aşık garip coğrafyası.

içimde senem’mişsin gibi bir his,

sen bundan habersiz, uzak kentlerde,

batılı bir hüzün yaşarken bile.

seni düşünmekten korkuyorum artık;

ölümlü olduğunu her akşam karanlık,

söyler bana ve buna tahammül zor…

benim ölümüm mûnisleşirken,

seninki kanlı zalim oluyor gözümde.

çok az düşünmeliyim seni çok az.

seni çok az düşünmeye and içmeliyim

(2)

kentlerin birçoğunda uzun kavak kalmadı ki gıcırdasın

ama benim sol yanımda sancı baki…

anne ne olur ki,

sıram gelmiş olsun varsın;

ben ölürsem benden genci var tabii

ama aşık garip değil hiçbiri.

ben de olamadım, yokmuş kısmette,

yaşadıkça şah senem’i hissettim

gerçi tebrize, tiflis’e hiç gitmedim

gitsem de bulamazdım, eminim.

anne yunus ne dediyse hep çıktı

şeytanlar semirdi kuvvetli oldu.

zayıf kalsalar ne farkederdi…

nasılsa onlar galip gelecekti

bundan sonra aşık garip olunur mu ki

sen onu söyle anne.

(3)

Şâm-ı garibanda değilsek de,

muhakkak çırağanda değiliz anne

lambalar söndü, çakmağı kim yakacak

bu uluyanlar çakal mı

ben, hırkasını giymiş bir derviş miyim?

yoksa öldüm mü anne…

hiçbir ilişkim kalmadı çevreyle;

yağmur beyhude yağıyor hani camdan,

bakacak arap kızları da nerde?

bir şahin uçurtma marifetim vardı

kaleden kaleye;

cılız kuşcağızlarmış onlar şahin değil,

ben uçurduğum için uçmazlarmış

başıboş uçarlarmış üstelik,

sırtımda hırka, ayağımda terlik…

niye ben ölmüş müyüm anne?

çıktım yücesine seyran eyledim

kayak merkezleri olmuş yüceler;

karlar üstünde kırmızı gagalı bir kara kuş,

dalgın ve bîhuş

bakıştık bir süre, ben kuşça

o, insanca

kerem’ler gurbetle işçiydiler

aslı’ları doğrusu aramadım

şah senem’i düşündüm sessizce

‘dost elinden dolu içmiş deliyim’

makine yağlı köpüklü sokak seliyim

ben sanayi oğluyum, sanayi sefiliyim

endüstriyi seversen değme yarama anne.

halep’e girmeden terkediyorum, halep şen olsun

anne ben nereye gitmeli oldum, bilmiyorum.

o kırılma sınırında ince,

o bir tane;

korunacaktı güya;

‘değmesin hop yağlı boya’

haykırışlarıyla kırıldı.

çok yıllar önceki doğu’da,

ölenler testici dükkanlarında

mey kasesi olurlardı, şimdiyse

çevreyolu geçecek günün birinde

narin kaburgaları üstünden

o korunması gereken bedenin

zalim zaman, onu korumayacak

niye ben ölmüş müyüm ki bunlar olacak?

hırka giyenler fırkasından mıyım?

saat kaç, hangi sene?

anne!

Hüsrev Hatemi

İZDİHAM

/ ortama uymuyorum, çünkü dünyada evimde değilim.

dünyayı evi sayanların suçuna katılmıyorum...

 -İsmet Özel-

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.